Aşağıdaki yazıyı mutlaka okuyun, bu güzellikler ancak bu kadar güzel anlatlabilir.

Küçücük köyler, balıkçı te
kneleriyle dolu limanlar, sıcakkanlı Karadeniz insanları, uçsuz bucaksız ormanlarla iç içe geçmiş masmavi dalgalar...
Renkleri ve huzuru özlediyseniz sahil yoluna sapın. Yıllardır Karadeniz'in yemyeşil tepelerini ve masmavi kıyılarını dinlemiş, huzur dolu bir yer düşlediğimizde aklımıza bu hayali kıyıları getirmiş; yolumuz
Karadeniz'e düştüğünde ise daha çok kıyıya paralel olan yolu değil, daha güneyden, dağların da güneyinden geçen yolu tercih etmişizdir. Daha merkezi, mola yeri daha çok ve yolların daha kolay olduğu bu güzergâh, bize her zaman daha çekici gelmiştir. Oysa Karadeniz'in hemen kıyısında devam eden, az bilinen köylere ve limanlara uğrayan, bol virajlı ama zevkli bir ikinci rota; sürpriz molaları ve o hep hayalimizdeki Karadeniz manzarası ile keyifli bir yolculuğun sürprizler içeren kilometreleri olarak bizleri beklemektedir. Sabahın ilk ışıklarıyla Amasra'ya girdiğimizde Amasra-İnebolu arasında geçireceğimiz haftanın heyecanı, yol yorgunluğuna karşın gülümsememizi sağlamıştı. Safranbolu'dan sonra her kilometrede artan yeşil ve bir an önce Karadeniz'in mavisine ulaşmanın heyecanı bizi keyiflendiriyordu. Fatih'in 550 sene önce Bakacak Tepesi'nde durup "Lala, Çeşm-i Cihan bura mı ola?"
dediği yerde oturup Amasra'yı ve Karadeniz'i seyrederken bir yandan da bizi nelerin beklediğini merak ediyorduk. Bu ayki rotamızın başlangıcı olan Amasra'ya vardığımızda önümüzdeki 170 km'lik yolda neler yapabileceğimizi son defa kontrol ettikten sonra, bir tarafı deniz, diğer tarafı orman olan yolumuza koyuluyoruz. 15 km sonra karşımıza çıkan Çakraz tabelasını görünce hemen sahile doğru uzanan yola giriyoruz. Çakraz'da bizi ilk karşılayan çınar ağaçlarının gölgesinde oturan dingin yüzler... Daracık bir sokağın içerisinde ilerledikten sonra karşımıza 2 km'lik şirin bir kumsal çıkıyor. Sahilin hemen arka tarafında bulunan motel ve pansiyonlar, bölgenin ziyaretçi akınına uğradığının en önemli işareti. Kumsalın hemen doğusundan denize dökülen çay, üzerindeki küçük ahşap köprü, bisiklete binen çocuklar, kumsalda güneşlenen ve denize giren insanlar, tentelerin altında dinlenen yaşlılarla buranın hareketliliği hemen göze çarpıyor. Konaklama için birçok pansiyonun bulunduğu Çakraz'da özellikle Koçer Otel ve Huzur Motel sevimli görünüşleri ve canayakın evsahipleriyle dikkat çekiyor. Özellikle ailelerin dinlenmek için geldikleri Çakraz, denizi ve yemyeşil doğasıyla birçok insanı misafir ediyor. Çakraz'dan çıkıp 22 km ilerledikten sonra bir başka sahil köyü olan Tekkeönü'yle karşılaşıyoruz. Sahilde küçük bir liman ve tekne yapım atölyeleri gözümüze ilk çarpanlar. Buradaki tekne ustalarından, Tekkeönü'ne ilişkin, ilginç hikâyeler dinlemek mümkün. En çok ilgimizi çeken hikâyeler, Kraliçe I. Elizabeth döneminin ünlü İngiliz gemicisi Francis Drake'in efsane gemisi Golden Hind'in bir benzerinin Tekkeönü'nde yapılarak "Amerika 500. Anı Tazeleme Yarışları"na ülkemiz adına katılmasıyla ilgili. Tekkeönü'nde Kromna Medeniyeti'nin izlerini de bulmanız mümkün. Kale, kalenin içindeki mahzen, mahzenden denize ulaşan dehliz ve kuyular, tarihi değerler olarak ilgi çekmekte. Tekkeönü'nden ayrıldıktan 8 km sonra Kurucaşile'deyiz. Burada, tekne yapım atölyeleri, yol boyunca dizilmiş. Osmanlı'dan günümüze, babadan oğula öğretilerek ulaşan ahşap yat ve tekne imalatı; yoğun olarak Tekkeönü, Kuracaşile merkezi ve Kapısuyu'nda yapılmakta. Ahşap tekne imalatı; büyük ölçüde ustalığa, mimari bir yeteneğe ve el emeğine dayalı. Mesleğe, önce kayıkların arasında aşinalık kazanılıyor. Denizle barışık, denizden ekmeğini çıkaran insanların arasında büyüyen çocuklar; daha küçük yaşta keser tutmayı, testere kullanmayı öğreniyor. Teknelerde değişik ağaç çeşitleri kullanılıyor. Özellikle ana gövde, omurga, kaburga ve dış ka
plamada kestane ağacından yararlanılıyor. Kestane ağacı Giresun'dan geliyor. Güverte üstü için neme ve güneşe açık "tik" ağacı uygun. Bütün dünyada güverte yapımında tercih edilen bu ağaç, güvertede çıplak ayakla ayakta durabilmeyi sağlıyor. Yapımına başlanan 20 metrelik bir yelkenli 1-1.5 yılda tamamlanıyor. Böyle bir teknenin yapımında da yaklaşık 20 kişi çalışıyor. Kurucaşile çıkışından yaklaşık 3 km sonra Kapısu köyüne varıyoruz. Burası genelde Kurucaşilelilerin denize girmek için akın ettikleri bir plaj. Kumsalın hemen arkasında bulunan, ahşaptan yapılmış mütevazı balık restoranlarında yemek, gerçekten keyifli. Misafir umduğunu değil bulduğunu yer mantığıyla işleyen bu yerlerde şansınıza denizden o gün ne çıkmışsa onu yiyebiliyorsunuz. Kapısuyu'na geldiğimizde karşılaştığımız iki amcayla sohbete başlıyoruz. Sohbet ilerledikçe, biz de burası hakkında daha geniş bilgi ediniyoruz. Köyün iki mahalleden oluştuğunu, kışın 200-250 kişi olan nüfusun yazın 2000 kişiye kadar çıktığını söylüyorlar. Köyden birçok kimse, zamanında gurbetçi olarak yurtdışına çıkmış olsa da her yaz köylerine gelmeyi ihmal etmiyorlar. Burada kalan yaşlıların birçoğunun İstanbul'da da evi var. Senenin 6-7 ayını köylerinde geçiren bu insanlar, geri kalan zamanlarda İstanbul'a geliyorlar. Kapısuyu köyüne geldikten sonra İstanbul'a dönmenin zor olduğunu; ama kışın uzun gecelerde biraz canlarının sıkıldığını söylemeden geçemiyorlar. Ne de olsa İstanbul'un havasını solumuşlar... Denize paralel olarak ilerleyen yolda, koyları ve yeşillikler arasında kurulmuş köyleri seyrediyoruz. Cide'ye 12 km kala, doğal bir liman olan
Gideros Koyu'yla tanışıyoruz. Yapılaşmanın yasak olduğu bu köyde koy, aşınma nedeniyle zamanla kendiliğinden küçük bir barınak haline gelmiş. Köylülerin işlettiği balık lokantasında yemeğimizi yerken koyun adının nereden geldiğini öğreniyoruz. Zamanında burayı ziyarete gelen Romalı denizcilere, köyün ihtiyarları fırtına çıkarsa burada kalamayacaklarını söylüyorlar. Bunun üzerine Romalılar da "Kalmazsak gideros" diyor. Köylülerin çok hoşuna giden "gideros" sözü zamanla koyun ismi haline geliyor. Bizler, Romalılarla nasıl anlaştıklarını sormuyoruz; ama Gideros'un tarihteki adının Kytoros olduğu rivayet ediliyor. Gideros'u tatlı bir tebessümle terk ettikten yaklaşık 13 km sonra Cide'nin upuzun kumsalları uzanıyor önümüzde. Hemen kumsalın kenarına kurulmuş şirin bir kasaba olan Cide'nin artık yavaş yavaş kasaba kimliğinden sıyrılmaya başladığını fark ediyoruz. Gerçekten de son zamanlarda özellikle Ankara civarından gelen yerli turist sayısındaki artış, Cide'nin gelişmesinde önemli bir rol oynamış. M.Ö. 5000'lerde Sümerler ve Hititler ile başlayan a
ntik uygarlıklar, Aicelos'lar ve Kiteros'larla Cide'de devam etmiş. Türk edebiyatının unutulmaz ustası Rıfat Ilgaz'ın burada doğup büyüdüğünü de hatırlıyoruz. Şehir merkezine doğru giden yol üzerinde bulunan evi şimdilerde harap durumda; ama Cide Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından sahip çıkılan bu evin, yakın zamanda restore edileceğini öğrendiğimizde seviniyoruz. Gerçekten de Cide denize girmek ve konaklamak için civardaki en uygun yerlerden biri. Aydos ve Şaraltı koyları da bu yörede denize girilebilecek güzel yerlerden. Yolumuza devam etmek istiyorsak Cide'den ayrılmadan önce benzin almamız gerek. Çünkü en son benzin istasyonu Cide'de. İnebolu'ya kadar benzin alabileceğimiz hiçbir yer çıkmayacak karşımıza. ide'den çıktıktan sonra yavaş yavaş bozulmaya ve daralmaya başlayan yolun çok fazla kullanılmadığını anlıyoruz. 120 km boyunca arada bir geçen posta arabaları ve turist karavanlarından başka hiçbir araçla karşılaşmıyoruz. Yol boyunca doğru dürüst mola yerlerine, restoran ya da otellere rastlayamıyoruz ama manzara, çok etkileyici. Bazen dağların tepesinde yeşile sırtını dayamış, bazen de deniz kenarında maviye kapısını açmış evleri ve içinde yaşayan insanları meraklı gözlerle izliyoruz. Yaklaşık 65 km sonra, sol tarafımızda Kerempe Burnu'nu ve feneri görüyoruz. Hemen arabamızı yolun kenarına bırakarak fenere doğru yürüyoruz. Burası Amasra'dan Sinop'a kadar uzanan yolda karşımıza çıkan tek burun. Fenerin hemen ya
nında birkaç tane ev bulunuyor. Kapılarını çalsak da kimseyi bulamıyoruz. Fenerin altına geldiğimizde denizden eserek yüzümüzü yalayan rüzgâr ve manzara burada küçük bir mola vermeye zorluyor bizi. Devamlı esen rüzgâr ve fenerin altındaki kayalıklara vuran dalgalar herşeyi unutturuyor. Kerempe Burnu'ndan ayrıldıktan sonra varacağınız Doğanyurt köyü İnebolu'dan önce gezebileceğiniz son durak. Yol boyunca herhangi bir dinlenme tesisi bulunmadığından, bu köylerden birini dinlenme tesisi olarak kabul edebilirsiniz. Tabii çok fazla şey beklememek kaydıyla. İşte Doğanyurt sakinliğiyle son mola için en uygun yer. Rotamızın son durağı olan İnebolu'ya girdiğimizde Kurtuluş Savaşı'nın tek ikmal aracı olan bir kağnı ve bir İnebolu kayığı ile karşılaşıyoruz. Hemen kayığın üzerinde "İnebolu kayıkla, kağnının mucizeler yarattığı beldedir" yazısı, İneboluluların bu haklı gururu hâlâ taşıdıklarının kanıtı. Kurtuluş Savaşı sırasında silah, cephane ve mühimmat Anadolu'ya İnebolu üzerinden ulaştırılmış. İnebolu kayıkçıları, gayret ve başarıları nedeniyle, 9 Nisan 1924 tar
ihinde TBMM kararıyla "Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası" ile ödüllendirilmiş. İnebolu Limanı'na İstanbul, İzmir ve Antalya'dan gelen yük gemileri uğruyor. Limandan yük gemilerinin yanı sıra Karadeniz'de avlanan balıkçı filoları ile yöre balıkçıları önemli ölçüde yararlanıyor. Buradan İnebolu'ya doğru baktığınızda ilk yerleşimlerin daha üst taraflarda olduğunu yükseklerde yer alan eski evlerden anlıyorsunuz. Kendine has bir mimarisi olan bu evler genellikle 2-3 katlı, cumbalı, yüksek tavanlı, geniş pencereli ve aşı boyalı. Yukarıya doğru çıkarken tek tük kalmış, eski Rum evlerine rastlıyoruz. Bu asırlık evlerin 350 tanesi Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınmış durumda. İnebolu, doğal şartları göz önüne alındığında, deniz ve yayla turizmind
e iddialı bir yer haline gelebilir; ama bunun için gereken turistik altyapı hâlâ sağlanmış değil. Güney sahillerine akın başlamadan önce, özellikle Ankaralıların tatil için tercih ettikleri İnebolu, zamanla önemini yitirip bakımsızlaşmış. Son yıllarda bunun farkına varan yöre halkı çevreye özen göstermeye başlamış. Konaklamak için en uygun yer, şehrin hemen dışında bulunan belediyeye ait motel. Birkaç eksiği bulunmasına rağmen, temiz ve düzenli bir işletmeye sahip olması nedeniyle buraya tatil için gelen ailelerin genelde tercih ettikleri yer burası. İnebolu, kendine özgü evleri, denizle kucak kucağa yaylaları ve denizden ekmeğini çıkartan insanların mütevazı misafirperverliği ile mutlaka görülmeli. Karadeniz'in kucağına yaptığımız bu farklı yolculuk bizi sadece dinlendirmekle kalmıyor, kaçırdıklarımızı da hatırlatıyor. Kısacası; yoldan çıkmanın farkını bir kez daha yaşatıyor.